26 Kasım 2016

Requiem For A Dream (Bir Rüya İçin Ağıt)


    Requiem For A Dream izlediğim en iyi dram, suç filmlerinden biridir ki konusu da uyuşturucu bağımlılığıdır. Breaking Bad'in yeri ayrı ama Requiem For A Dream'de çok ayrı bi yere sahiptir. Uyuşturucu filmi denince benim aklıma ilk bu film gelir. Filmde Jared Leto, Ellen Burstyn, Jennifer Connelly ve Marlon Wayans gibi oyuncular bulunmaktadır. Oyuncular karakterlerinin haklarını tam anlamıyla veriyorlar. Ayrıca benim Jared Leto'nun hayranı olmamı sağlayan filmlerden biridir. Film uyuşturucu konulu dedim, bu yüzden izlemem diyeniniz olabilir ama film sizi içine alıyor ve sanki siz kullanıyormuşsunuz gibi oluyor, yani o kadar gerçekçi. Ayrıca filmin sonunda da baya içinize oturan şeyler oluyor. Bir kaç gün etkisinde kalabilirsiniz. Film aynı adı taşıyan kitaptan uyarlanmıştır.
 Kısaca konuyu anlatayım.


     Harry uyuşturucu bağımlısıdır. Sara, Harry'nin annesidir ve oğlunun uyuşturucu bağımlısı olduğunu bilmektedir. Harry krize girdiği zaman annesinden para istemektedir ama annesi vermek istemez bu yüzden Harry evdeki televizyonu alır ve satar. Ama bu artık klasikleşen bir olaydır ve bu yüzden annesi gidip televizyonu geri alır. Sara'da televizyon bağımlısıdır ve her zaman kendini televizyona çıkarken hayal eder (Çok sevdiği yarışma programına katılırken düşünüyor kendini). Harry'nin tek istediği daha fazla uyuşturucu kullanabilmektir. Uyuşturucu batağına girmiştir bir kere. Harry sevgilisi (Marion) ve yakın arkadaşı Tyrone ile beraber uyuşturucu kullanmaktadır. Harry'nin annesi çok istediği yarışma programına katılma hakkını kazandığında ödül olan kırmızı elbiseye girebilmek için zayıflama hapları kullanmaya başlar. Harry ise annesinin bu hapları kullanmasını istemez. Neyse daha fazla anlatmadan karakterleri kısaca açıklayayım.




Harry Goldfarb (Jared Leto): Uyuşturucu bağımlısıdır. Krize girince gözü hiçbirşeyi görmez ve tek amacı uyuşturucu kullanabilmektir. Annesini çok sever ve haksızlık yaptığını anlar ama araları giderek bozulmaktadır. 





 Sara Goldfarb (Ellen Burstyn): Televizyon bağımlısıdır. Çok sevdiği televizyon programına katılmak ister ve hep kendisini ödül olan kırmızı elbise içinde hayal eder. Programa katılma hakkı kazanınca da elbiseye girebilmek için zayıflatıcı hap kullanmaya başlar. 







Marion Silver (Jennifer Connelly) Harry'nin sevgilisidir, Tyrone C. Love (Marlon Wayans) ise Harry'nin en yakın arkadaşıdır. Harry sevgilisi ve Tyrone beraber uyuşturucu kullanırlar, beraber bağımlıdırlar.

Bazı sakıncalı sahneler olsada film çok iyi ve uyuşturucunun neler yaptırabileceğini göstermektedir. Filmi izlemenizi tavisye ediyorum. İyi seyirler.



25 Kasım 2016

How I Met Your Mother


     Bana lise yıllarımda dost olan bir komedi dizisidir. O yüzden de bende yeri çok ayrı. Tabi Friends’le kıyaslayamıyorum ama yine de çok seviyorum. Öncelikle benim favorim Lily ve Marshall. Aslında dizi Ted üzerinden dönüyor. Dizinin adı da zaten Ted’in eşi kim olacak diye düşünülüp konulmuş. Her sezon acaba öbür sezona onay alabilir miyiz? Diye bir anne bulunmuş.  Yani anlayacağınız bir sonraki sezon için devam onayı alamamış olsaydı, o sezon kimle sevgiliyse anne o olacaktı. Bu dizinin sevmediğim kısmı. Sevdiğim kısmıysa dostlukları, saçmalamaları. Dizinin konusunu özetleyecek olursak; Ted ve Marshall üniversitede oda arkadaşı, Lily ise aynı yurttan bir kız. Üniversiteden itibaren Lily ve Marshall sevgili Ted de en yakın arkadaşları, yani bunlar muhteşem üçlü. Daha sonra aralarına Barney katılır. Sürekli takıldıkları Maclaren’s barda hayatlarına girer. Robin ise Ted’in aynı barda görüp aşık olduğu kız. Böylece başroller tamamlanmış olur ve serüven başlar. Her sezon ayrı bir kahkaha konusu diyebilirim. Çok güldüğüm şeyler var. Mesela Maclaren’s barda sörf yapmak yasak. Hangi akıllı bunu denedi ki :). Karakterlere geçelim yoksa diziyi anlatacağım.



Barney Stinson (Neil Patrick Harris): En büyük  çapkın. Çıktığı kızların listesini yapıp kendi rekorunu kıracak kadar. Ted’in ekürisi. Hiç kimse ne iş yaptığını bilmiyor. Her zaman fotoğraflarda iyi çıkar. Sürekli başka bir kızla gelip onu daha çok göreceksiniz diye uğurlar ve kapıyı kapatınca giden geri gelmez :D







Ted Mosby (Josh Radnor): Saf aşık. Sürekli olarak hayatının aşkını arar ama hiçbir şekilde Robin’den vazgeçemez. Evrenden sürekli aşkını bulmak için mesaj bekler durur. Boğa burcu, hatta tam bir boğa burcu. Mesleği mimarlık ve işine de aşık. Ne de olsa aşk adamı.










Lily Aldrin (Alyson Hannigan): Çok tatlı bir anasınıfı öğretmeni. Ressamlık konusunda oldukça tutkulu. Çok da güzel çizer(!). kendi kendine insanları cezalandırmak için onların eşyalarını çalar, hatta bunu tanımadıklarına bile yapar. Küçük cadı bile diyebilirim. Marshall’la kavga etmeleri çok komik olur hatta yorulduklarında kavgaya ara verip birbirlerine sırnaşırlar.









 Marshall Eriksen (Jason Segel): En büyük hayali çevre avukatı olmak. Alanına çok büyük saygısı var. En az Ted kadar aşık bir karakter. Hayatı Lily’e yönelik, o kadar masum ki sevgisi. Ben ikisini bir bütün karakter olarak düşünüyorum, hatta o kadar ki gerçek hayatta da birlikte olmalılar diye düşünürdüm.









 Robin Scherbatsky (Cobie Smulders): O bir Kanadalı. Bu yüzden de Barney tarafından çok trolleniyor. Ayrıca biraz hafif meşrep. Ağır desek yeridir. Mesleği sunuculuk. Yükselmek için çok çabalar. Mesleğine çok bağlı. Biraz vurdumduymaz kafasına eseni yapar ayrıca gıcık da diyebiliriz ama yine de Robin’i de severim.






Yazıma yine repliklerle son vermek istiyorum;

Marshall: Dönmezsem bunlar da size son sözlerim olsun; sizi gerçekten ama gerçekten çok seviyorum çocuklar. Şimdi sıçmaya gidiyorum (aslında duygusal bir bölümdü).

Barney: Bu hayatta ne yaparsanız yapın arkadaşlarınız orada bulunup bunu görmüyorsa efsanevi olmaz.

Barney: Ted, sana nasıl yaşanacağını öğreteceğim. 1.ders: Şu keçi sakalını kes. Takım elbisene uymuyor.
Ted: Takım elbise giymiyorum ki.
Barney: 2.ders: Takım elbise al. (ve Barney hayatlarına girer.)

Ted: Çocuklar, gün gelecek biri için beyninizde bir çukur açacaksınız. Ancak sonuç olarak o çukurdaki tek kişi kendinizsiniz.

Barney: “Çünkü yalanlar, birilerinin gerçeklerle kirlettiği güzel hikayelerdir.” Barney Stinson.

Marshall: Eğer bir ünlüyle yatacak olsaydım, o Lily olurdu. Kalbimin yıldızı.
Lily: Benimkiyse Hugh Jackman olurdu.

Robin: Erkekler metro gibi. Birini kaçırıyorsun, diğeri 5 dakika içinde yine geliyor.

Barney: Korkarım bu hamburgeri hamile bırakacağım (yumuldu).

24 Kasım 2016

Deadpool

 
      Deadpool 2016 yılının en çok beklediğim filmiydi. Beklediğime de kesinlikle değdi. Film gerçekten çok eğlenceliydi, tıpkı çizgi romanda olduğu gibi. Deadpool karakterini canlandıran Ryan Reynolds da  çok iyi canlandırmış, resmen karakteri yaşamış. Zaten filmin haricinde Avustralyalılar günü gibi bi kaç video da çekmiştir. Filmde birçok şey orijinaldi. En basitinden başlangıcı bile değişikti ve bence güzeldi. Filmin fragmanlarını izleyince bekletiniz artabilir, hiç sorun değil, film beklentinizi çok iyi bir şekilde karşılıyor. Zaten fragmanı izleyince iyi bir merak uyandırdığı için filmi izlemek istersiniz. Filme yönelik tek eleştirim var kötü karakter biraz daha güçlü olabilirdi. Çünkü Deadpool’un çizgi romanlarında tüm MARVEL evrenini yok ettiği bile olmuştur. Hatta paralel evrenlere gidip kendisini öldürdüğü de olmuştur. Neyse sonuçta giriş filmi olduğu için hoş karşılanabilir birde tabi ki bütçe sıkıntısı, sağolsun MARVEL Deadpool için çok kısıtlı bir bütçe ayırmış. Bunu filmin içinde Deadpool MARVEL’a (özellikle X-men ve Wolverine ) laf sokarak göstermiştir. Ayrıca Deadpool 4. duvarı yıkmıştır. Yani filmde sizinle konuşmaktadır. Filmin güzel olmasının sebeplerinden biride budur. 




     Bu arada film tam sevgilinizle izlenecek bir filmdir. Hatta afişi de öyledir(!)


    
 Kısaca filmin konusundan sonrada karakterlerden bahsedeyim.


     Wade Wilson, para karşılığında insan öldüren biridir ve bu konuda bayağı yeteneklidir. Bir müddet sonra kanser olduğunu anlar ve tedavi olmak için bir programa katılır. Programda Ajax ismindeki doktor Wade’e kimyasal verir ve kimyasalın etkilerini göstermesi için bir dizi işlem uygular. Ama Wade çok konuştuğundan ve Ajax’ın gerçek ismini öğrendiğinden Ajax Wade’i bir tüpe koyar(Bundan sonrasını izleyin ki çok spoiler vermeyim). Wade’de sonradan Ajax’tan intikam almaya çalışmaktadır (sadece intikam değil aslında başka amacıda var ama spoiler olmasın). Kısa kesiyorum ve karakterlere geçiyorum (Filmi hemen açıp izleyebilin diye).


Deadpool / Wade Wilson: Manyak, eğlenceli, çok konuşan bir karakter. Tabi dövüş becerileri üst düzey ve silah kullanmasını çok çok iyi biliyor. X-men’e katılmıyor. Ölümsüzlük de birkaç özelliğinden biri. Ayrıca kesinlikle bir süper kahraman değil. Filmde çok fazla gönderme yapıyor, Wolverine’e, X-men’e, MARVEL’a ve tabi ki Ryan Reynolds’un süper kahraman denemesi olan filmi Green Lantern’e göndermeler yapıyor. (Çok yazmak istemiyorum filmi anlatmayayım)





Kötü Karakterler, Ajax (Ed Skrein) ve Meghan Orlovsky (Taylor Hickson) kötü kahraman rolündedir. Ajax aslında doktordur ama insanlar üstünde kimyasallarla denemeler yapmaktadır. İsmini öğrenen Wade Wilson'a baya acı çektirir ama son günlen iyi güler. Meghan ise ağzında kibritle Ajax'a yardım etmektedir. Ajax Meghan'ada kimyasal vermiştir ve Meghan'ı çok güçlü yapmıştır. 


İyi karakterler, Weasel (T.J. Miller), Vanessa (Morena Baccarin), Negasonic Teenage Warhead (Brianna Hildebrand), Colossus (Stefan Kapicic), Dopinder (Karan Soni) iyi rollerdedir. Weasel bar yönetir ve Wade ile yakın arkadaştır. Vanessa ile Wade bu barda tanışmışlardır. Vanessa Wade'in sevgilisidir. Dopinder ise bir taksi şöförüdür ve Deadpool'u istediği yere götürür. Negasonic Teenage Warhead ve Colossus ise X-men okulundandır ve Deadpool'un Ajax ve Meghan ile olan dövüşünde yardım ederler. Colossus ve Negasonic Teenage Warhead'in de özel güçleri vardır çünkü onlar mutanttır. 


Filmi şiddetle izlemenizi tavsiye ediyorum çünkü en iyi süper kahraman filmlerinden biridir. Hatta Suicide Squad filmi Deadpool'dan sonra komik yapılmaya çalışılmıştır ama ortaya ne çıktığı pek belli değildir. Keyifle Deadpool izleyip kafa dağıtmanızı öneririm, iyi seyirler. 

23 Kasım 2016

The Pursuit of Happyness (Umudunu kaybetme)





Bu filmi anlatmak için nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Neresinden tutsam güzel, neresinden tutsam umut. Başrolde Will Smith (Chris Gardner), Jaden Smith (Christopher Gardner) ve Thandie Newton (Linda) var. Her zaman Will Smith’in dramatik filmlere çok uyduğunu düşünmüşümdür. Bunu Seven Pouns (Yedi Yaşam) filmini izlerken karar verdim. Gerçekten harika bir oyunculuk sergiliyor. Ailesi ciddi bir maddi sıkıntı içindeyken pes etmemek için elinden geleni yapar. Genel anlamıyla açıklayacak olursak tıbbi bir cihaz satmaya çalışarak ailesini geçindirmek, borçlarını ödemek en büyük amacı. Eşi Linda ise çift vardiya çalışır, ancak para hiçbir şekilde yetmez. Linda, sürekli olarak durumlarından şikayetlenip Chris’i suçlar. En sonunda da dayanamayıp Chris’i terk eder. Chris bu süreç içerisinde çok iyi bir borsa şirketinde stajyerliğe başvurur. Bu stajyerlik 6 ay sürer. 20 stajyerden bir kişiyi işe alacaklardır. Chris ise üniversite mezunu değil, ancak yılmayan, zeki, hırslı birisi. Bu 6 aylık süreçte ise oğluyla beraber bir sürü zorluk atlatırlar. Geçimlerini ellerindeki tıbbi cihazları satarak sağlar. Chirstopher ise o yaşında o zorluklara karşı babasının yanında aslında en büyük destekçisi diyebiliriz. Konuyu burada noktalayıp karakterlere geçelim.




Chris Gardner: Çok temiz kalpli ve hırslı bir karakter. Kaç liralık tıbbi cihazı bir hippiye emanet edecek kadar da güvenir insanlara. Tabi ki bundan pişman olacak ama ne yapalım ki karakter gereği adam iyi niyetli. Stajyerlik döneminde hiç yılmıyor. Kendini çok iyi motive edip çalışmaya teşvik ediyor. Herkes Chris’in yarısı kadar olsa eminim dünya çok daha güzel bir yer olur.






 Christopher Gardner: En az babası kadar temiz kalpli ve çok güzel bir çocuk. Babası koşuştururken hep onun yanında. Hatta annesi onları terk ettiği zaman cihazları satmaya babasıyla beraber gider. Chris bulunduğu ortamı nasıl bir cennete çeviriyorsa Christopher da aynı babası  gibi. Sadece bir sahnesinde çok kötü ağlıyor orda da çocuk bu, tabi ki diyorsunuz.








Linda: Bence filmin kötü karakteri. Chris pes etmemek için elinden geleni yaparken Linda hep şikayetleniyor ve sürekli Chris’i suçluyor, asla eşine destek olmuyor. Gerçekten filmi izlerken ne biçim eş, ne biçim anne diyeceksiniz. Daha fazla anlatırsam kadına nefretimi kusacağım için susuyorum ve repliklere geçiyorum.




-Patron: Görüşmeye gömleksiz gelen birini işe alsaydım sen ne düşünürdün?
-Chris: O halde pantolonu çok iyi olmalı diye düşünürdüm.

-Bana hepsi son derece mutluymuş gibi geliyor. Ben neden öyle görünemiyorum ki?

-Belki de mutluluk sadece kovalayabileceğimiz bir şeydir. Belki de asla yakalayamayacağız.

Chris: Bir daha kimsenin sana bir şey yapamayacağını söylemesine izin verme. Benim bile. Tamam mı?
Christopher: Tamam.
Chris: Bir hayalin varsa onun peşini bırakmamalısın. Birisi bir şeyi yapamıyorsa senin de yapamayacağını söylemek istiyordur. Bir şeyi istiyorsan, peşini bırakma. O kadar.





                                       Herkesin Chris kadar temiz kalpli ve pozitif olması dileğiyle…

22 Kasım 2016

Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides (Karayip Korsanları: Gizemli Denizlerde)





Geldik serinin 4.filmine. Bu film ilk üçün yanında pek iyi bulmasam da iyiydi denilebilir. Bu arada üzülerek söylüyorum ki Will Turner ve Elizabeth Swann bu filmde yok. Eskilerden tabi ki de Kaptan Jack Sparrow ve Kaptan Barbossa, yine mürettebattan birkaç kişi diyebilirim bir de 3.filmden Kaptan Teague. Bu filmde ise yeni karakterler giriyor; Angelica Teach (Penelope Cruz), Karasakal ( Ian Mcshane), Philip Swift (Sam Claftin), Synera (Astrid Berges-Frisbey). Konuya geçecek olursak İngiltere Kralı, Gençlik Çeşmesi’nin bulunması için Jack ile anlaşma yapmaya çalışır, ancak Jack krala yardım etmek istemez. Bu sırada şehirde onun adıyla mürettebat toplayan sahte bir kaptan olduğunu öğrenir ve peşine düşer, gelin görün ki bu geçmişinden gelen Angelica’dır. Angelica’nın amacı da kralla aynıdır, sonsuz yaşam veren Gençlik Çeşmesi’ni bulmak. Ama Angelica eski aşkı olmaktan çıkmış ve bir sahtekar olmuştur, bu gelgitleri sırasında kendini bi anda Karasakal’ın gemisi Kraliçe Anne’de esir olarak bulur. Bunlar bi koldan Gençlik Pınarı’na giderken diğer koldan da kral ve krala esir düşen Gibbs (Jack’in mürettebatından bir korsan) ve Kaptan Barbossa da ellerindeki haritayla Gençlik Pınarı’na gitme planlarını yapar. Bu pınara giden zorlu yollarda ise zombiler, katiller ve deniz kızlarıyla karşılaşırlar. Gençlik Pınarı’nda gerekli olan göz yaşını deniz kızlarından almak için geldikleri yerde bu iki ayrı mürettebat karşılaşır ve burdan sonrası teferruat diyelim. Karakterlerde ise;






Angelica Teach: Jack ile sürekli olarak didişirler. Aslında geçmişlerinde birbirlerine çok aşık olmuşlar ama gelin görün ki bu güzel çift ayrılmış. Sonrası mı? Angelica da en az Jack
kadar kurnaz, sahtekar bir korsana dönüşmüş. İzleyip görelim.


















Karasakal: Bencil, kendi canını düşünen tipik bir korsan diyebiliriz. Kendi canı için nelerden vazgeçebilir insan diye düşündüğünde bu adam nelerden vazgeçmiyor ki diyeceksiniz. Tabi ki iyi anlamda değil. Ama son gülen iyi gülermiş diyelim :)












 Philip Swift: O aslında bir din adamı. Jack’in tarafında yer almaktadır. Yani bu adamın bunlarla ne işi var diyeceksiniz ama adamın  sonu da hayret uyandırıcı :)














Synera: Synera bir deniz kızı. Deniz kızlarıyla ilgili bir sürü efsane var. Bu korsanlar ise bi deniz kızının göz yaşına ihtiyaç duyuyor ancak deniz kızlarımız vermemek için direniyor. Synera ise içlerinden en özeli.










Filmi çok sevdiğim replikleriyle bitirmek istiyorum;


Jack: Hani yüksek bir yerde durursun da birden içinden aşağıya atlamak gelir ya,
İşte o bana olmaz. (Komik sahnelerden biri)


İngiliz kralı: Sen o’sun Jack Sparrow
Jack: Başında bir yerde “Kaptan” olacaktı. (Tipik jack :) )